NESRİN DAĞ İLE BİLİNÇALTI KAPILARI
Gerçekten ne istediğini biliyor musun? Ne istediğini bilmek bile senin için zor mu yoksa? Ne istediğini bilmek ile başlıyor; bütün karasızlıklar, hatalar, yalnızlıklar ve çöküşler. Elimde camdan bir hayat var ve bu hayatı şekillendirmek hem zor hem de bu hayatla neler yapılır, neler yapılması gerekir bilmiyorum. İçimde binlerce fikir var ama bana neden yabancı, neden bu fikirlerimin toplamında isteklerimin oluşacağı hayatın yerine kopuk, ayrık bir hayat çıkıyor.
Kopukluk var, benimle kendime giden yol arasında kocaman uçurumlar var ve daha kötüsü bunları birbirleriyle yan yana getirdiğimde, yeni bir şey çıkarabilecek kadar uyumlu da değiller. Artık kendi düşüncelerimi, isteklerimi ayırt bile edemiyorum ve bu karmaşa her şeyi daha da birbirinden uzak köşeler atıyor. Bu yüzden bu hayatım için ne bir şey vermek istiyorum ne de vazgeçmek bunların toplamının beni yaşama bağlayacak kadar güçlü olmadıklarını biliyorum.
Peki bana hiçbir şey hissettirmeyen motive etmeyen kurallar koyan bu hislerin hayatımda yeri ne, nereden geldi bunlar? Algılar; arada kalmışlıklar, bana ait olmayan düşünceler, tatminsizlikler ve yarım kalmış bir sürü şey. Bu yarım kalanlar beni mi temsil ediyor yoksa ben oluşturmaya bile cesaret edemediğim şeylerin toplamı mıyım? Ne istiyorum? Gerçekten ne istediğimi bilmeyi öğrendim mi yoksa kendi tatminsizliğimi göze alıp başkalarını tatmin eden bir hayat mı kurdum? Şimdi ikisinin ortasında elimde hiçbir şey birleştirmeden, benim mi bilmediğim bir hayatı yaşıyorum. Her gün binlerce şey yapıyorum, günün sonunda hiçbir şey olmamış gibi hissediyorum ve bir bakıyorum etrafım binlerce takdir edilmişlik duygusu ile dolu ama içinde kocaman bir mutsuzluk. Yaşadığımız çağın en büyük kangreni bu; dışın dopdolu, içinse bomboş. Çünkü kendi gerçekliği yok; güzel ama sevimsiz, çekici ama yüzeysel. Neredeyse hiç derinlik yok.
İnsanın mutsuz olduğu bir hayatı kendine yaşatmasına hakkı olduğunu düşünmüyorum. İnsanın kendi gerçekliği saçma olsa bile onunla mutluysa ve kendi gerçekliğini bilip, kabul edecek şeffaflığa sahipse onu hayattan koparacak bir şeye inanmıyorum. Yani mutluluğun insanların kendini oldukları gibi kabul etmekten geçtiğini biliyorum. Her gün yüzlerce algı karmaşasının ortasındayız ve çocukken bize verilen onaylanma ve takdir edilme isteği aslında hayatımızı, kendimizi, yeteneklerimizi yok eden, mahveden en büyük palavra. Çoğumuz daha çocukken kendi seçimlerini yaparken bunun hata olduğunu öğrenen kişileriz. Bunun alt yapısı herkesin temel ihtiyacı olan sevilme isteğinden oluşuyor ama sevilme isteği birilerinin zamanla size karşı kullandığı bir silah oluyor. Oysa sevgi; pazarlığı yapılan bir duygu değildir, ihtiyaçtır, İnsanın en doğal hakkıdır ama kaçımıza sevgi manipüle ile harmanlayıp verilmedi ki? Bir süre sonra uyuşturucumuz olmaya başladı. Çünkü bizler kendi isteklerimizden feragat edebileceğimizde sevildiğimize inandırıldık. inandık ve her feragat ettiğimiz şey şu an dağ olup mutsuz bir hayat olarak başımıza yıkıldı. Şimdi ne geçmişimizden memnunuz ne de geleceğimiz ve kendimiz hakkında bir fikrimiz var. Pazarlık yaparken kendimizden vazgeçtik. Algımızda en büyük yer olarak edinilen onaylanma sevilme isteği her şeyi aldı ve biz sadece izledik. Üstelik sevgi için vazgeçmiş olduğumuz her şeyle baş başa kaldık ve inanın bana bu hep böyle olacak.
Kimin doğrusu bize göre doğru bilmeden herkesin hayatımızla ilgili fikir sahibi olmasına ve bu fikri bize dayatmasına izin veriyoruz ve aynısı tabi bizde başkalarına yapıyoruz. Hatta öyle şeylerle karşılaşıyorum ki isteklerine saygı duyduğum insanlar onları sevmediğimi düşünüp, bana tepki veriyor. Sevgi; birinin hayatını yönlendirme hakkını kendinde bulmak mı, yoksa istediği hayat için ona yardım etmek mi? Biz insanlar bizim isteklerimizi yaptıklarında mı onları seviyoruz, yoksa onların kendi kararlarını güçlendirmeyi mi sağlıyoruz. Hayır demiyoruz mesela, hayır denilmesinden hoşlanmıyoruz ve bence hayır diyen ve hayır denilmesine saygı duyan insanlar tam olarak bir şeyleri anlamış oluyor. Neden hayır diyemiyoruz biliyor musunuz? Çünkü bir gün bize hayır denilmesini istemiyoruz, duyguları anlamak yerine pazarlığa oturuyoruz ve hayır denilince beklentilerimiz başımıza yıkılıyor. O andan itibaren yapacağımız her şeyi hakkımız gibi görüyoruz. Sonra küsüyoruz ve içimizdeki karmaşa böylece büyüyor. İşte hayatımızı da bu duygular yönetiyor ve biz başkasına hayır demedikçe kendimize hayır diyoruz. Biz birbirimizi seviyor muyuz yoksa kendimize duygusuz köleler mi yaratmaya çalışıyoruz. Üstelik daha sonra o kölelerden memnun olmuyoruz. Bir şeyden rahatsız oluyorsanız emin olun en çok da siz de var yani aslında siz başka bir hayatın içinde köleleşmiş oluyorsunuz ve bir süre sonra ruh yoruluyor, beden sıkılıyor, hastalıkların o açılmayı bekleyen kapısı açılıyor. Sonra yaşamak için ölenlerden olmaya başlıyorsun. Nefes alıyorsun ama hissetmiyorsun, bir şey yapmak istiyorsun ama zevk almıyorsun. Sonra da ölmeyi bekleyen yaşayanlardan oluyorsun işte tüm hikaye bu. Gerçekten sevmeyi bilen insan sevilir ve gerçekten sevmeyi bilen insanların karmaşası yoktur. Çünkü gerçek sevginin içinde insanın kendi tükettiği duygulara yer yoktur.
Nesrin Dağ- Inner Speak ve Theta healing Terapisti
Görüşmek Üzere….